Hava Durumu

Düşlerimizin şiirselliği...

Yazının Giriş Tarihi: 05.03.2023 00:38
Yazının Güncellenme Tarihi: 05.03.2023 00:38

Bozkırda, güneşin ışıklı sofrasını serpiştirerek etrafı pitoresk bir tabloya dönüştürdüğü tan vakitleri masmavi önlüklerimizi giyer, camış sütü gibi saf ve beyaz yakalıklarımızı takarak yayan yapıldak yollara düşerdik...


Ne yaşamın insanı boğan kalabalıklığı ne sırtımızda taşımakla yükümlü olduğumuz gereksiz yükler hepsi, günün ilk ışıklarıyla beraber çocuksu masumiyetimizin efil efil esen rüzgarına karışarak kimi eski kimi yeni evlerin tesbih taneleri gibi karşılıklı dizildiği dar sokakların neşeli havasına savrulup giderdi...


O yıllarda, kapitalizm çakallığının, küçük hesaplar, içinden çıkılmaz hale gelen abesle iştigal kavgaların ve ruhumuzun duvarlarına kara gölgeler halinde düşerek bizi bizden koparan modern dünya iteminin esamesi okunmazdı...


Bugün olduğu gibi dün de arayışlarımız olurdu olmasına ya o vakitler daha çok insan arardık etrafımızda...


Yüreğimizi yakan sızıya merhem, yalnızlığımızın ürpertisini yüklenecek bir arkadaş... 


Yaşamın uçurumuna gelip de aşağıya atlamaya bir adım kaldığı zamanlarda ‘ya hep ya hiç’ diyebilecek bir yarenin sıcaklığını arardık...


Istırabın insanı sarhoş eden acımasızlığına karşı kalplerimizi tokuşturabileceğimiz iyimser bir yoldaşın hayalini kurardık...


Çocuktuk belki ama her bir tarafta, aynı toprakta bizimle birlikte yeşeren fidanları arardık. Asi bir rüzgarın kanatlarına tutunarak aşka, sevgiye, yalnızlığa ve umuda dair düşüncelerimizin arasında volta atardık....


Köylerimiz vardı bizim...


Binlerce yıllık tarihin içerisinden kopup gelen bağrı yanık türkülerin sıcak bir güneş gibi yüreklerde yükseldiği bir zaman yolcusuydular sanki her biri...


Her tarafı çayır, çimen yeşillik, adım attığımız her sokak bir zenginlikti...


Her nağmesi vuslatın bin bir hecesini fısıldayan sevdanın sırrı yükselirdi yarı ahşap, yarı kerpiç, yarı betondan yapılmış evlerin bacalarından...


Sonra, bir bozuk saat gibi döner dolaşır aynı yere gelirdik...

 
Yüzlerindeki maskeyi kaldırınca dağılan hayalleri kendiliğinden gözüküveren köylülerin bakışlarında gizlenen mabedin insana huzur veren ilahisini dinlerdik...


Akşam vakitleri olur, bir evin içinde toplandığımızda kelimeler hamlıktan kurtulur, gönül ateşinde pişer, aşk ile olgunlaşırdı. Sonra asırların ötesine yazılan türküler, şiirler, masallar, öyküler, destanlar bırakırdık kâh çorak kâh bereketli topraklar arasına...


Güneş batarken Hz. Şems doğardı yüreğimize...


Aynı ruhtan yücelen bir nice unsur gibiyiz..
İki can icre biriz..
Sonsuza yansır gibiyiz ..
Bir güzel anlamı olacak elbet sevgimizin..
Bil ki sen bende ve ben sende birer sır gibiyiz…

Yunus Emre’nin:
‘‘Ya elim al kaldır beni,
Ya vaslına erdir beni,
Çok ağlattın güldür beni,
Gel gör beni aşk neyledi.’’ 

dizeleriyle ahengimizi ve ritmimizi bulurduk.

Dedelerimizden, ninelerimizden dinlediğimiz masallarla Köroğlu’nun yiğitliğine sığındık çoğu zaman.. 

Aşık Veysel’in görmeden sevişiyle övündük...

Neşet Ertaş’la vurduk sazın tellerine de aşklarımızı, sevgilerimizi, özlemlerimizi, matemlerimizi, sevinçlerimizi savurduk dağlara, kırlara, bayırlara, pınarlara, o güzel sesleriyle ötüşen turnalara...

Leyla olduk Mecnun’un yolunu gözledik. Mecnun olduk dağlarda Leylanın simasını aradık. 

Keremdik, Aslıydık, Ferhattık, Şirindik her birimiz..

Sevdiğimizin sarı saçlarını deli gönlümüze bağladık kimi zaman...

Lambada titreyen alevde üşüdük mesela...

Kara Tren’e bakıp bakıp yollarını gözledik hasretini çektiklerimizin söz gelimi...

Bu topraklarda, zaman olur hatıralarla andığımız eski güzel günlerin maviliğine bürünür, düşlerimizle, ideallerimizle, ayrılıklarımızla, kavuşmalarımızla, sevinçlerimizle, hüzünlerimizle yoğrulmuş bir dünyanın saadet dolu resmini çizerdik.

Büyüdük sonra...

Lakin ben hep o çocukluk günlerimizin hayalini biriktirdik gönül heybemizde: 

Hele ilkbahar ya da sonbahar ise mevsim, pencere ya da balkon kapısı da açıksa, buram buram toprak kokusu dolardı odaya. Yeniden o divanda, dizlerimizin üzerine oturmuş, kollarımızı kırlentlere dayamış, dışarı bakıyorduk...

Velhasıl-ı Kelam;

İlham perime, gönül çeşmemden şuracığa damlatacağım son birkaç cümlenin haberini sorarken duvardaki asılı duran saate göz ucuyla bakarak epey geç olduğunun farkına varıyorum. 

Manasız bir yorgunluk yılan gibi çörekleniveriyor kelimelerin üzerine...

Yavaşlayıp duruyorum sonra. Biraz nefes alıp bir gayret diyerek şu mısraları yazıyorum:

Her birimiz farklı hayatları yaşıyorduk 
Kimimiz siyah, kimimiz beyazdık
Kimimiz esmer, kimimiz kumraldık 
Kimimiz zengin, kimimiz fakirdik 
Farklı şeylere ağlıyor, farklı şeylere gülüyorduk

Ancak hepimiz ülkemizi seviyorduk...

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.