Bir insan neye üzülse kaybına ağlarmış, aslında hep seni görüyorum, anıyorum ama bu sefer farklı, sana yazıyorum şimdi.
Bazen dün gibi, bazen çok eski. Fotoğraflarına, videolarına bakıyorum, sanki hiç gitmemişsin de, böyle kanlı canlı karşımda duruyormuşsun gibi dertleşiyorum yine her zamanki gibi. Anlayacağın bana can-dostsun yine.
Telefonunu kapatmadık, elimiz varmadı. Bir şey oluyor, sorup danışmak için ben her zaman olduğu gibi seni arıyorum. Çalıyor, çalıyor ama diğer cebimdeki senin telefonuna cevap veren yok. İşi var herhalde diyorum, her zaman ki gibi duymuyor yine; ya sessizde, ya uzağında telefon.
Bazen mesaj atıyorum. Diğer cebimde titriyor telefon halbuki. Mesajın iletildiği bile su serpiyor içime bir çok zaman. Tamam diyorum.
Her zaman geçtiğin yerlerden geçiyorum, esnafa selam veriyor, ufak alışverişler yapıyorum senin gibi, sırf destek için yani.
Türküler mırıldanıyorum, en çok “Çift Jandarma” türküsünü söylüyorum. Daha "Kaymakam Konağına" gelemeden sesim titriyor, tonu tutturamıyorum, kızıyorum kendime, aynı bana kızdığın gibi...
İki satır iş yapıyorum, sonra hadi bir Tahtakale havası alayım diyorum. Heykel'de yürüyorum, Abdal'a iniyorum. Niyetleniyorum Keles'e de gideyim diyorum ama yarı yollardan dönüyorum.
Kirazlar bu sene iyi olacak gibi. Evin çeşmesini yaptırdık. Meşeyi kestireceğiz uygun zamanda. Bahçeyi temizledik. Çatıyı da onaracağız.
Büroda da işler tıkırında. Dediğin gibi, ne güldürüyor, ne öldürüyor.
Mezarına geliyoruz hep. Her fırsatta. Dertlerimizi, sıkıntılarımızı anlatıyoruz sana. Senin de kaderin, iki dünyada da dert dinliyorsun. İdare et bizi. Sensiz pusulamız kaydı çünkü.
Allah’ın bize gönderdiği, senin emanetin olarak gördüğümüz dostlarınla, güzel kullar ile su serpiyoruz yüreğimize.
Bir de öfke duyduklarımız ve hayal kırıklıklarımız var tabi. Şunu söylemeliyim ki, 2 kişi şaşırttı beni. Şaşkınlığım ve öfkem, bizden çaldıkları vakti haketmeyişlerine.
Neyse.
Eşyalarına, kitaplarına bakıyorum, arkadaşlarına, komşularına, dostlarına, masana, koltuğuna, bilgisayarına. Yazdığın her notu okuyorum. Attığın her imzaya gururla bakıyorum. Ceketinin cebindeki kalem ve notlar bile duruyor hala. Hatta cebindeki son paran.
Vel hasıl, her şey aynı, herkes aynı, her yer aynı, her şey yerli yerinde.
Türküde diyor ya hani, “Allı turnam bizim ele varırsan / Şeker söyle kaymak söyle bal söyle / Eğer bizi sual eden olursa / Boynu bükük benzi soluk yar söyle.” İşte tam da böyle. Buralar aynı, şeker, kaymak bal… Fakat biz, boynu bükük, benzi soluk kaldık. Gönlümüzdeki beyazlar iyiden iyiye göstermeye başladı kendini.
Tabi biraz daha büyüdük ve en çokta ben büyüdüm sanırım.
Hüseyin, senin ilk göz ağrın, abim her zaman ki gibi, her zamanki gibi umursamaz tavrının altında çok naif, çok hassas yüreği, hep içine içine ağlıyor, ben hissediyorum.
Kanından ilk kızın Bihter. Biraz dahi asileşti başı ama olgun ve akıllı. Yazıyor arada sırada sana, paylaşmıyor kimseyle.
Alperen, "ah benim çıt kırıldım" dediğin. Boyu uzadı, matematik tamam. Sana öykünüyor çokça.
Yaman'ım dediğin Yaman torunun da 2. sınıf oldu bile. Bol bol Fatihalar gönderiyor sana. Ve artık bin bir nazla değil hemen söyleyiveriyor "Şıngır mıngır Orhan dede" şarkısını.
Karan, çok vakit geçiremedin Karan'la ama sanırım sana en düşkünü o. Yani yeryüzünde herkes unutsa, bir tek o unutmaz sanki seni, hatırlamadığı halde. Mezarını kazıp seni oradan çıkarmayı planlıyor laf aramızda. Ve o kadar zor oluyor ki anlatmak Orhan dedesinin bir daha hiç gelmeyeceğini.
Karan ile Yaman mezarına en kıymetli oyuncaklarını bıraktılar. Çiçeklerini Alperen dikti. Bihter temizliğini yapıyor.
Annem, "Melek hanım"ın, iyi çok şükür. Elinde tesbih, gözü hep fotoğrafında. Kanatları biraz daha genişledi sen gideli, gölgesini eksik etmiyor üzerimizden.
Kızlarında iyiler. Biz çok uğraştık, şimdi siz uğraşın diyordun ya gülerek onlara, bizle uğraşıyorlar işte.
Ve ben. Halim aslında ayan sana. Bir yanım volkan, bir yanım buzdağı. Senin hasretin daha nasıl anlatılır bilmiyorum ama çok özledim ben seni. Bazen bir Yasin okuyacak bazen de sadece bir Fatiha okuyacak kadar kalabiliyorum yanında. Bir nefeslik uğrayabiliyorum yanına. Nefes alıp dönüyorum bazen. Zira yetişmem gereken yerler, yapmam gereken işler oluyor. İsmini yaşatmak, emanetlerine ve ismine sahip çıkmak, dahası sana layık olabilmek zor işmiş gerçekten. Sahi sen nasıl baş ediyordun bunca kar boranla?
Neyse biraz fazla uzattım galiba. Sen ki uzun lafı sevmezsin. Nettin. Kısaydın, özdün.
Şimdi sensizliğin bilmem kaçıncı gününde, bizim boğazlarda hep bir düğüm ve tarifsiz bir acı.
Çok özledik...
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
ORKUN ÇETİN
BU SEFER SANA YAZDIM...
Bir insan neye üzülse kaybına ağlarmış, aslında hep seni görüyorum, anıyorum ama bu sefer farklı, sana yazıyorum şimdi.
Bazen dün gibi, bazen çok eski. Fotoğraflarına, videolarına bakıyorum, sanki hiç gitmemişsin de, böyle kanlı canlı karşımda duruyormuşsun gibi dertleşiyorum yine her zamanki gibi. Anlayacağın bana can-dostsun yine.
Telefonunu kapatmadık, elimiz varmadı. Bir şey oluyor, sorup danışmak için ben her zaman olduğu gibi seni arıyorum. Çalıyor, çalıyor ama diğer cebimdeki senin telefonuna cevap veren yok. İşi var herhalde diyorum, her zaman ki gibi duymuyor yine; ya sessizde, ya uzağında telefon.
Bazen mesaj atıyorum. Diğer cebimde titriyor telefon halbuki. Mesajın iletildiği bile su serpiyor içime bir çok zaman. Tamam diyorum.
Her zaman geçtiğin yerlerden geçiyorum, esnafa selam veriyor, ufak alışverişler yapıyorum senin gibi, sırf destek için yani.
Türküler mırıldanıyorum, en çok “Çift Jandarma” türküsünü söylüyorum. Daha "Kaymakam Konağına" gelemeden sesim titriyor, tonu tutturamıyorum, kızıyorum kendime, aynı bana kızdığın gibi...
İki satır iş yapıyorum, sonra hadi bir Tahtakale havası alayım diyorum. Heykel'de yürüyorum, Abdal'a iniyorum. Niyetleniyorum Keles'e de gideyim diyorum ama yarı yollardan dönüyorum.
Kirazlar bu sene iyi olacak gibi. Evin çeşmesini yaptırdık. Meşeyi kestireceğiz uygun zamanda. Bahçeyi temizledik. Çatıyı da onaracağız.
Büroda da işler tıkırında. Dediğin gibi, ne güldürüyor, ne öldürüyor.
Mezarına geliyoruz hep. Her fırsatta. Dertlerimizi, sıkıntılarımızı anlatıyoruz sana. Senin de kaderin, iki dünyada da dert dinliyorsun. İdare et bizi. Sensiz pusulamız kaydı çünkü.
Allah’ın bize gönderdiği, senin emanetin olarak gördüğümüz dostlarınla, güzel kullar ile su serpiyoruz yüreğimize.
Bir de öfke duyduklarımız ve hayal kırıklıklarımız var tabi. Şunu söylemeliyim ki, 2 kişi şaşırttı beni. Şaşkınlığım ve öfkem, bizden çaldıkları vakti haketmeyişlerine.
Neyse.
Eşyalarına, kitaplarına bakıyorum, arkadaşlarına, komşularına, dostlarına, masana, koltuğuna, bilgisayarına. Yazdığın her notu okuyorum. Attığın her imzaya gururla bakıyorum. Ceketinin cebindeki kalem ve notlar bile duruyor hala. Hatta cebindeki son paran.
Vel hasıl, her şey aynı, herkes aynı, her yer aynı, her şey yerli yerinde.
Türküde diyor ya hani, “Allı turnam bizim ele varırsan / Şeker söyle kaymak söyle bal söyle / Eğer bizi sual eden olursa / Boynu bükük benzi soluk yar söyle.” İşte tam da böyle. Buralar aynı, şeker, kaymak bal… Fakat biz, boynu bükük, benzi soluk kaldık. Gönlümüzdeki beyazlar iyiden iyiye göstermeye başladı kendini.
Tabi biraz daha büyüdük ve en çokta ben büyüdüm sanırım.
Hüseyin, senin ilk göz ağrın, abim her zaman ki gibi, her zamanki gibi umursamaz tavrının altında çok naif, çok hassas yüreği, hep içine içine ağlıyor, ben hissediyorum.
Kanından ilk kızın Bihter. Biraz dahi asileşti başı ama olgun ve akıllı. Yazıyor arada sırada sana, paylaşmıyor kimseyle.
Alperen, "ah benim çıt kırıldım" dediğin. Boyu uzadı, matematik tamam. Sana öykünüyor çokça.
Yaman'ım dediğin Yaman torunun da 2. sınıf oldu bile. Bol bol Fatihalar gönderiyor sana. Ve artık bin bir nazla değil hemen söyleyiveriyor "Şıngır mıngır Orhan dede" şarkısını.
Karan, çok vakit geçiremedin Karan'la ama sanırım sana en düşkünü o. Yani yeryüzünde herkes unutsa, bir tek o unutmaz sanki seni, hatırlamadığı halde. Mezarını kazıp seni oradan çıkarmayı planlıyor laf aramızda. Ve o kadar zor oluyor ki anlatmak Orhan dedesinin bir daha hiç gelmeyeceğini.
Karan ile Yaman mezarına en kıymetli oyuncaklarını bıraktılar. Çiçeklerini Alperen dikti. Bihter temizliğini yapıyor.
Annem, "Melek hanım"ın, iyi çok şükür. Elinde tesbih, gözü hep fotoğrafında. Kanatları biraz daha genişledi sen gideli, gölgesini eksik etmiyor üzerimizden.
Kızlarında iyiler. Biz çok uğraştık, şimdi siz uğraşın diyordun ya gülerek onlara, bizle uğraşıyorlar işte.
Ve ben. Halim aslında ayan sana. Bir yanım volkan, bir yanım buzdağı. Senin hasretin daha nasıl anlatılır bilmiyorum ama çok özledim ben seni. Bazen bir Yasin okuyacak bazen de sadece bir Fatiha okuyacak kadar kalabiliyorum yanında. Bir nefeslik uğrayabiliyorum yanına. Nefes alıp dönüyorum bazen. Zira yetişmem gereken yerler, yapmam gereken işler oluyor. İsmini yaşatmak, emanetlerine ve ismine sahip çıkmak, dahası sana layık olabilmek zor işmiş gerçekten. Sahi sen nasıl baş ediyordun bunca kar boranla?
Neyse biraz fazla uzattım galiba. Sen ki uzun lafı sevmezsin. Nettin. Kısaydın, özdün.
Şimdi sensizliğin bilmem kaçıncı gününde, bizim boğazlarda hep bir düğüm ve tarifsiz bir acı.
Çok özledik...