Evin küçük çocuğuydum ben. Hani şu yaramaz, ele avuca sığmaz, her söylediği yapılan, el üstünde tutulan.
Mesela fırına ekmek almaya gitmezdim hiç ya da su doldurmaya çeşmeden. Soba için kömür getirmişliğim hiç yoktur mesela bodrumdan, tabağımı kaldırmışlığım masadan. Biri falan da sataşamazdı bana, hiç kavga da etmedim kimseyle.
Ranzamız vardı, altta yatardım, gece düşersem en azından "yere yakın olayım"dı sanırım düşünce. Mesela yatağımı da toplamadım hiç, üstteki inerken basınca bozuluyor gerekçesiyle. Ve üstteki hep geç kalkar, benimkine basar ve kendi dağıttı sanıp benimkini de toplardı.
Fiyonk yapamazdım mesela ayakkabı bağcıklarımı. Ya o biri bağlar ya da içine sokardım ayakkabının.
Laf aramızda "sus payı" olarak ödevlerim bile yapılırdı bazen.
Yuh dediğinizi duyar gibiyim, zira ben kendime bile derdim zaman zaman.
Velhasılı, tüm bunları ve sayamadığım daha bir sürü şeyi "yapamadığımdan" değildi sebebi. Yapmadığımdan ya da yaptırılmadığından. Sanki "yaptırılmadığı" daha doğru olacak gibi.
Aslında memnundum da biraz. Tüm bu yapamadığım şeylerden. Nasıl memnun olmazsın ki, değil mi?
Şimdi tabi merak ediyorsunuz, kim bu seni bu kadar el üstünde tutan, her dediğini yapan, dahası kahrını çeken diye...
Söyleyeyim abim!...
Abim biraz zoraki, biraz seve seve el üstünde tutardı beni hep. Aslında beni büyütemediği için kızmalı mıydım ona bilmiyorum ama kendisi büyümüştü ve benim de büyüdüğüme inandıramıyordum nedense. Ve fakat biraz da işime gelmiyor değildi bu durum, daha önce de söylemiştim ya.
Sonra bir gün, bir şey oldu...
Onlarca tonluk makinelere operatörlük yapan, taşı sıksa suyunu çakaran o iri yarı aslan adam birden ufaldı. Ne yapacağız şimdi dedi.
Halbuki bu soruyu hep ben sorar, çözümü de o bulurdu.
Ne mi olmuştu?
Arkamızdaki dağ birden çekiverdi kendisini, gölgesini üzerimizden. Babamız ölmüştü...
O bugüne kadar benim yerime her şeyi yapan adamın nutku tutuldu, bir şey yapamaz oldu. Sanki avare..
Ve sonra bir köşede pusmuş gözyaşlarımızı akıtırken içimize, birlikte götürdük babamızı morga, yıkanırken bir biz vardık yanında, mezar yerini seçerken, tabuta koyarken, mezara da ikimiz indirdik. Ağır taraf bana denk geldi bu kez...
Ben yine o yapar sanıyorken birlikte yaptık her şeyi.
Ve ben işte o gün büyüdüm! İki çocuk sahibi bir çocuk iken adam oldum...
Aşk olsun sana abi, böyle pat diye büyütülür mü bir çocuk!... Böyle pat diye...
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
ORKUN ÇETİN
EL BEBEK GÜL BEBEK
Evin küçük çocuğuydum ben. Hani şu yaramaz, ele avuca sığmaz, her söylediği yapılan, el üstünde tutulan.
Mesela fırına ekmek almaya gitmezdim hiç ya da su doldurmaya çeşmeden. Soba için kömür getirmişliğim hiç yoktur mesela bodrumdan, tabağımı kaldırmışlığım masadan. Biri falan da sataşamazdı bana, hiç kavga da etmedim kimseyle.
Ranzamız vardı, altta yatardım, gece düşersem en azından "yere yakın olayım"dı sanırım düşünce. Mesela yatağımı da toplamadım hiç, üstteki inerken basınca bozuluyor gerekçesiyle. Ve üstteki hep geç kalkar, benimkine basar ve kendi dağıttı sanıp benimkini de toplardı.
Fiyonk yapamazdım mesela ayakkabı bağcıklarımı. Ya o biri bağlar ya da içine sokardım ayakkabının.
Laf aramızda "sus payı" olarak ödevlerim bile yapılırdı bazen.
Yuh dediğinizi duyar gibiyim, zira ben kendime bile derdim zaman zaman.
Velhasılı, tüm bunları ve sayamadığım daha bir sürü şeyi "yapamadığımdan" değildi sebebi. Yapmadığımdan ya da yaptırılmadığından. Sanki "yaptırılmadığı" daha doğru olacak gibi.
Aslında memnundum da biraz. Tüm bu yapamadığım şeylerden. Nasıl memnun olmazsın ki, değil mi?
Şimdi tabi merak ediyorsunuz, kim bu seni bu kadar el üstünde tutan, her dediğini yapan, dahası kahrını çeken diye...
Söyleyeyim abim!...
Abim biraz zoraki, biraz seve seve el üstünde tutardı beni hep. Aslında beni büyütemediği için kızmalı mıydım ona bilmiyorum ama kendisi büyümüştü ve benim de büyüdüğüme inandıramıyordum nedense. Ve fakat biraz da işime gelmiyor değildi bu durum, daha önce de söylemiştim ya.
Sonra bir gün, bir şey oldu...
Onlarca tonluk makinelere operatörlük yapan, taşı sıksa suyunu çakaran o iri yarı aslan adam birden ufaldı. Ne yapacağız şimdi dedi.
Halbuki bu soruyu hep ben sorar, çözümü de o bulurdu.
Ne mi olmuştu?
Arkamızdaki dağ birden çekiverdi kendisini, gölgesini üzerimizden. Babamız ölmüştü...
O bugüne kadar benim yerime her şeyi yapan adamın nutku tutuldu, bir şey yapamaz oldu. Sanki avare..
Ve sonra bir köşede pusmuş gözyaşlarımızı akıtırken içimize, birlikte götürdük babamızı morga, yıkanırken bir biz vardık yanında, mezar yerini seçerken, tabuta koyarken, mezara da ikimiz indirdik. Ağır taraf bana denk geldi bu kez...
Ben yine o yapar sanıyorken birlikte yaptık her şeyi.
Ve ben işte o gün büyüdüm! İki çocuk sahibi bir çocuk iken adam oldum...
Aşk olsun sana abi, böyle pat diye büyütülür mü bir çocuk!... Böyle pat diye...